Menü
Ana Sayfa En Son Haberler Menü
Sahne Raporları

Queer kökleriyle yeniden kucaklaşma dans müziğini nasıl geliştirdi?

Dans müziğinin radikal queer kökleri şimdiki heyecan verici haline ilham veriyor

  • MIXMAG TURKEY
  • 24 Haziran 2020

E-posta listemize katılarak en güncel içeriklerden ve ayrıcalıklardan haberdar olun.

Kulüplerde “ırkçılığa hayır”, “homofobiye hayır”, “transfobiye hayır”, “seksizme hayır” ve “şiddete hayır” gibi pankartlar görmek geçmişte şimdiki kadar yaygın olarak karşılaştığımız bir standart değildi. Dans müziği endüstrisinde ayrımcı ve nefret unsuru barındıran davranışlarla mücadelenin büyük müzik festivallerinde kendini hissettirip “cinsel, fiziksel ve sözel her tür şiddet ve tacize” yönelik açık ve net tedbirler alınması ancak yakın geçmişte rutin bir uygulama haline gelebildi. Kapsayıcılığı, erişilebilirliği ve her kesimden sanatçı ve müziksever için güvenli ortam yaratmayı önemseyen bakış açısı, istisnaları olsa da kulağa sıradan bir şeymiş gibi gelebilir ancak bu çok da uzak olmayan bir geçmişte olağan dışı bir yaklaşım olarak görülüyordu. Dans müziğinde çok önemli dönüşümlere şahit olan geride bıraktığımız on yıl, politik ve sosyal farkındalıkta yükselme eğilimi ile birlikte elektronik müzik çevrelerinde bu anlamda bir iyileşme trendini de beraberinde getirdi. Yeraltı queer sahnesindeki birey ve oluşumlar, söz konusu iyileşme trendinde ve daha toleranslı bir atmosferin oluşmasında hayati rol oynuyor.

New York merkezli Papi Juice ve Discwoman; Los Angeles’ta bulunan Bubbles Rail Up ve A Club Called Rhonda; San Francisco’dan Honey Soundsystem; Berlin’den Creamcake, No Shade ve Room 4 Resistance; New Jersey’den MikeQ’s Qween Beat; San Antonio merkezli House of Kenzo; Londralı oluşumlar PDA, Pxssy Palace ve BBZ; Mexico City’den Traición, İbiza’dan Glitterbox ve İstanbul’dan Markus Tavern ve WhoCares gibi kolektifler… Tüm bunlar, bu atmosferin yaygınlaşmasına katkıda bulunan, sayıları her geçen gün artan etkinlik organizatörleri ve kolektiflerden yalnızca bazıları.

Gelişmekte olan bu çevreden duyduğumuz sesler grime, UK garage, hip hop, bass, house, techno ve hatta noise, drone ve metal gibi endüstriyel ögeler barındıran oldukça geniş bir çeşitliliğe sahip. Ziúr’un agresif tınılarında, Bonaventure’nin ahenksiz ve aykırı aranjelerinde, Baby Blue’nun Ascetic House’dan çıkardığı post-endüstriyel ambient ve techno albümünde ve SOPHIE’nin pop ile acımasız sertlikteki synth distorsiyonları arasında yıldızını yükseltip hem kulüp hem de defile etkinliklerinin vazgeçilmezine dönüşen tarzında bu geniş yelpazeyi görmek mümkün. Bu yönelimlerle beraber gelişen trendin hardcore, trance ve rave’in derinliklerine doğru kaydığı söylenebilir. Bu etkiyi, Mixmag tarafından 2019 yılının en iyi DJ’leri seçilen Octo Octa ve Eris Drew’ün yeni plak şirketi T4T LUV NRG’de görülen deneysel “dans müziği ritüelleri”nde ya da Rui Ho’nun jungle ve drum’n’bass macerasına koyulduğu, Objects Ltd plak şirketinden çıkan “In Pursuit of the Sun 逐日” isimli kısaçalarında hissedebilirsiniz. Aslında müzikal tarzların bu noktada bir önemi yok. Çünkü bu sahne, türler arası geçişkenliğin olduğu ve cinsiyetten bağımsız bir alan.

Yeni yeni filizlenen çağdaş queer toplulukların kökeni 2000’li yılların sonlarına uzanıyor. Wu Tsang, Nguzunguzu ve Total Freedom üçlüsünün haftalık “Wildness” geceleri, Los Angeles’ta queer ve cinsiyet değiştiren bireylerin buluşma noktalarından biri olan Silver Platter barında düzenlenmeye başladığı dönemde Nacho Nava da Mustache Mondays parti serisini başlatmıştı. Venus X, Physical Therapy ve Hood By Air kreatif direktörü Shayne Oliver’ın GHE20G0TH1K parti serisi de birkaç yıl sonra New York’ta hayata geçmişti. Venus X, 2010 yılında belirginleşen bu enerjiyi The Fader’a anlatırken, “Gay partileri sıkıcı hale gelmişti ve normal partilere gay bireyler gitmiyordu. Bir süre sonra birbirinden uzak kalmayı tercih eden bu kitleler yakınlaşmaya ve bütünleşmeye başladı. Daha önce asla böyle bir şey görmemiştik” demişti. Tüm bu etkinlikler ırk, cinsiyet, sınıf, seksüalite ve kimlik kavramlarının bir öneminin olmadığı, insanların kendilerini rahatça ifade ettikleri bir ortam yaratarak insanları moda, sanat ve aktivizmin kesişim noktalarında buluşturmaya başlamıştı. Ortaya çıkan çeşitlilik, “post-club” müziği olarak da tanımlanan pop, house, bass ve techno’nun heyecan uyandırıcı bileşimini meydana getirdi.

Wildness gecelerinin ömrü uzun olmasa da etkisi uzunca bir süreye yayılarak Tsang’ın yönetmenliğini üstendiği “Wildness” adlı belgesel filmine ve Night Slugs bünyesindeki plak şirketi Fade to Mind’ın 2011’deki kuruluşuna esin kaynağı oldu. GHE20G0TH1K parti serisi, Arca’nın yaratıcı kariyerinin gelişimine önemli şekilde tesir ederken, 2014’te Venus X’in projeyi Rihanna ile yaşadığı problemden dolayı birdenbire durdurduğunu açıklamasına kadar Diplo ve M.I.A gibi birçok sanatçıyı ağırladı. Venus X, sonrasında The Fader’a yaptığı açıklamada, “GHE20G0TH1K fazlasıyla politik. Pahalı elbiselerle işi yok. Bu akımın her renkten kentli insanların estetik anlayışında kendini göstermesi harika ama influencer’ların sokak kültüründen fayda sağlayıp buna müdahil olması tam bir fiyasko” demişti.

Yeraltı kültürünün ana akımdaki pop kültürüne mensup kişilerce kullanılmaya çalışılmasındaki bu sıkıcı döngü, aynı zamanda queer dans müziğinin altın çağını yaşadığı ilk dönemi temsil ediyordu. Tıpkı DJ Junior Vasquez’in halen Sound Factory’de çalıp 1970’lerin sonlarına ait “mutant disco”nun ve r’n’b’nin techno’ya ve 80’ler garage house stiline nüfuz ettiği dönemlerdeki gibi… Madonna’nın 1990 hiti “Vogue”un klibindeki dans stilinde, Vasquez’in Harlem House of Xtravaganza oluşumundaki dansçıların ve o dönemin ballroom çevresinin etkilerini görmek mümkün. Madonna’nın “Blonde Ambition” isimli dünya turnesinin ve aynı döneme denk gelen “In Bed With Madonna (Madonna: Truth or Dare)” müzik belgeselinin yayınlanmasının ardından kendini sessizce geriye çekip ana akımdan uzaklaşan bu çevre, Jennie Livingstone’un house salon dansı kültürünün altın çağını konu alan yankı uyandırıcı belgeseli “Paris Is Burning”in 2005 yılında tekrar yayınlanmasıyla adeta yeniden hayata döndü. Ana akımın dışındaki moda, performans sanatı ve müzik alışkanlıklarıyla yoğrulan bu deneysel kültüre ve yaşam tarzına karşı oluşan yeni ilgi, çok doğru bir zamanlamayla kendini göstermeye başlamıştı.

Soul Jazz Records’un 2011 yılında yayımladığı, queer çevresinin önemli figürlerinden yönetmen ve fotoğrafçı Chantal Regnault’nun fotoğraflarından oluşan kitabı ve sonraki yıl birçok eseri derlediği “Voguing and the House Ballroom Scene of New York City 1976-96” adlı toplama albümü de incelemekte fayda var. Derlemedeki müzikal çeşitlilik öylesine geniş ki, yaylı çalgıların baskın olduğu 70’lerin soul ve disco ezgilerini, 80’lerin daha karanlık tınılarını ve 90’ların hip-hop esintilerini bir arada dinleyebiliyorsunuz. O sıralar, GHE20GOTH1K ile de yakın ilişki içinde olan Hood by Air CEO’su Leilah Weinraub, Los Angeles’taki siyah lezbiyenlerin uğrak noktası olan bir kulübü konu alan “Shakedown” belgeseli için fon arayışına girmişti. Belgeselin hikayesinin “Paris is Burning” ile birtakım benzerlikler taşıdığı değerlendirmeleri yapılırken bir yandan da Zebra Katz, House of Ladosha ve Le1f (Khalif Diouf) gibi rap sanatçıları “queer rap” akımını doğuruyordu. Khalif Diouf, söz konusu dönemi anlatırken, “İnsanlar gay rap sanatçılarının varlığına bir tepki geliştirmemeli. Rap, otoriterliğin karşısında durması gereken bir sestir ve rap mücadelenin içinden gelir. Bir rap’çinin hem gay hem de siyah olması, ortaya çıkan şeyi bu nedenle iki kat daha güçlü kılar. ‘Gay rapçi mi? Olamaz!’ diye düşünmekten ziyade ‘Neden bu kadar geç kalındı’ diye sorgulama yapmak gerekir” ifadelerini kullanmıştı.

Her kesimden LGBT sanatçının şimdiye dek görmezden gelinen geleneklerinden hareketle, bahsi geçen performans sanatçılarının popüler hip-hop’ın maskülen ve heteronormatif düzene karşı bakış açısını değiştirmekle kalmayıp Boody, Matrixxman ve Flosstradamus gibi prodüktörlerle yaptıkları iş birlikleri sayesinde elektronik müziğe çeşitlilik kattıklarının da altını çizmek gerekir. Bu durum, hip-hop’ın house ve techno’yla, hatta grime ve UK garage ile etkileşime girmesini, böylece elektronik müzik paletinde daha fazla rengin yer almasını sağladı. Ayrıca dans müziğini, hip-hop ve şimdilerde popüler akımlar haline dönüşen bass ve trap gibi yeni elementlerle tanıştırdı. Bu etkileşim, Katy Perry’nin Juicy J ile birlikte 2013’te çıkardığı techno-trap hiti “Dark Horse”ta ve prodüksiyonu Kanye West tarafından yapılan, Teyana Taylor’ın geçen yılki ses getiren çalışması “WTP”de rahatlıkla görülebilir. Kaderin garip bir cilvesi şu ki, queer sanatçı Mykki Blanco’nun katkı sağladığı “WTP” parçası, Junior Vasquez’in Ellis D mahlası altında 1989’da çıkardığı “Work This Pussy” parçasıyla benzerlikler içerdiği iddiasıyla telif hakkı ihlali suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Vasquez, Towleroad’a verdiği röportajda “WTP, nenim orijinal parçamın üzerine rap elementleri konmuş haliydi. İnsanları incitmek ya da usandırmak gibi bir niyetim yoktu. Sadece şarkı için adil bir telif anlaşması yapmak istedim” sözlerini sarf etti.

Chicago house’un şimdilerde görüp duyduklarımız üzerindeki şekillendirici rolü de unutulmayacak faktörlerden. Derrick Carter’ın izinden giden ve açık sözlülüğüyle bilinen Honey Dijon’da ete kemiğe bürünen bu etki, sanatçının Ssense’e yaptığı açıklamalarda şu şekilde ifade edildi: “Bu, şimdi gün yüzüne çıkmış olan 30 yıllık bir alt kültür. Geldiğim yer olan queer-siyah kültürün bileşenlerini bu müzikle geleceğe aktarmaya çalışıyorum. Bu müzik queer siyahlar tarafından yaratıldı.” Larry Levan, Frankie Knuckles ve Mr. Fingers gibi bir dizi New York ve Chicago house sanatçısının önderlik ettiği politik duruşa sahip siyah queer çevresinde bugün birçok genç oluşum dans pistlerinde kendini ifade ediyor ve bunun tadını çıkarıyor. Dijon’un, Resident Advisor’a yaptığı bir diğer açıklamasındaki, “House müziğin disco’dan, disco’nun da r’n’b’den geldiğini anlamalısınız. İnsan hakları mücadeleleri, cinsel devrimler ve kadın hakları konusunda önemli gelişmelerin yaşandığı 1960’lar sonu ve 1970’ler başındaki r’n’b şarkılarına dikkatle baktığınız zaman bunların hep bir mesaj barındıran şarkılar olduğunu fark edersiniz. Bana göre bu ifade biçimi disco’da kendini gösterdi ve disco türü arzuyu, aşkta kazanmayı ve kaybetmeyi, cinselliği ve ırksal eşitsizliği konu edindi. Yine bana göre erken dönem house yapımlarında da bu mesaj kaygısı mevcuttu ancak sonra bu kayboldu” sözleri de dans müziğinin köklerinin yalnızca müziğin kendisinden ibaret olmadığını, bu müziğin gelişiminde mücadelenin, dik durmanın ve kendini tanımanın ne denli önem taşıdığını vurgulaması açısından çok değerli.

Onur Haftası içinde bulunduğumuz bu dönemde, dans müziği çevresindeki queer birey ve toplulukların geçmiş ve şimdiyle yoğrulan bu mesajları geleceğe umutla taşıma gayretlerinin ayrı bir duyarlılıkla farkında olmayı önemsiyor, bu kültürün farklı bileşenlerinin tek vücut olmaya her geçen gün daha da yaklaşmasını her zamankinden daha derin şekilde arzuluyoruz.

#Frekans çalma listemizi Spotify'da takip edin.

Sonraki Sayfa
Yükleniyor...
Yükleniyor...